Yarı ömrünü cephede geçirdikten sonra kendini ülkenin kuruluşuna adayan Atatürk, içindeki çocuk sevgisini evlat edinerek dindirmeye çalıştı. Çıktığı gezilerde çocuklarla yakından ilgilendi. Onları dinledi, türküler söyletti, şakalaştı. Çocukla çocuk oldu…

“Çocuk! Dili bir çıkmaza saplamışızdır.. Dilimizi bu çıkmazdan biz kurtarmalıyız!” Atatürk’ün en ünlü sözlerinden biridir. Türk dili çalışmalarıyla ilgili eleştirilerini Falih Rıfkı Atay’a anlatırken kullandığı bu cümlede olduğu gibi Atatürk etrafındakilere “Çocuk!” diye hitap etmeyi pek severdi. Atatürk’ün herkesçe malum çocuk sevgisinin diline yansımasıdır diye düşünülebilir mi acaba? Bunu bilemiyoruz. Ancak ömrünün yarısı cephelerde geçmiş Mustafa Kemal’in, en çetin şartlarda bile kalbi boş kalmamış, ömrünün her devrinde zarif ifadelerle mektuplaştığı; kalbini açtığı biri mutlaka olmuştur. Ancak bir boşluk var ki Atatürk o boşluğu ömrü boyunca dolduramamış, bu boşluğun sızısını da etrafındakilerle paylaşmıştır: Çocuk… Anadolu’nun ücra köşelerine yaptığı ziyaretlerde gözlerinde zekâ parıltısı gördüğü çocukları okullara yönlendiren Atatürk’le ilgili yazılan kitapların her birinde onun çocuk sevgisine dair bir anı mutlaka vardır.

‘Biis, biis!’

Niyazi Ahmet Banoğlu “Nükte ve Fıkralarla Atatürk” kitabında Atatürk’ün Toros Dağları’nda karşılaştığı bir çoban çocukla muhabbetini anlatır:

“Atatürk Antalya’ya gidiyordu. O sırada İtalyan diktatörü Musolini abuk sabuk nutuklarında, Türkiye’yi de hedef alıyordu. Yolda mola verildiği bir sırada, uzaktan bir türkü sesi Atatürk’ün ilgisini çekti. Türküyü bir çoban söylüyordu. Çobanı getirmeleri için emir verdi, getirdiler. Atatürk: ‘Türküyü sen mi söylüyorsun?’ diye sordu. Çoban ‘Evet’ deyince, ‘Sesin çok güzel, okuman da fena değil. Burada da söyle de dinleyelim’ Genç çoban nazlanmadan başladı: (Demirciler demir döğer tunç olur…) Türkü bitti. Atatürk alkışlayarak: “Biis… biis” diye bağırdı. Genç çoban hiçbir şey anlamamıştı. Atatürk izah etti: ‘Biis demek, beğendik, bir daha söyle demektir.’ Çoban türküyü tekrarladı. O zaman Atatürk, cebinden bir elli lira çıkardı çobana verdi. Çoban paraya baktı ve memnun bir tavırla: ‘Biis… biis’ diye bağırdı. Atatürk, bu zeki cevap karşısında bir elli liralık daha çıkarıp verdi ve yanındakilere: ‘Musolini şu sahneyi görseydi ve cevabı işitseydi, hangi millete nutuk söylediğini anlardı.’ dedi.”

‘Onları Dinleyin ve Konuşturun’

Soyak’ın hatıralarında Atatürk’ün çocuk terbiyesiyle ilgili görüşleri de şöyle yer alıyor:

“Çoğu ailelerin öteden beri çok bir alışkanlıkları var. Çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lafa karışınca ‘Sen büyüklerin konusuna karışma’ derler ve sustururlar. Ne kadar yanlış ve hatta zararlı bir hareket. Halbuki tam tersine çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini duyduklarını olduğu gibi ifadeye teşvik etmelidir. Böylece hem hatalarını düzeltmeye imkan bulunur ve hem de ileride yalancı ve riyakar olmalarının önüne geçilir.
Kısacası samimi düşüncelerine karşı sevgi beslemeye artık alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerine yurt, millet, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıyız.

 Atatürk’e Tokat Atıp Güldürüyordu

Atatürk’ün ölümüne kadar en yakınında olan Hasan Rıza Soyak “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında çocuk sevgisiyle ilgili şu anekdotu anlatıyor:
“Onun dilinde çocuk, sevgi demekti. Sevdiklerine, hangi yaşta olursa olsunlar, ‘çocuk’ derdi. Çocuğu olmamıştı; bundan dolayı iç acısı duymuş mudur bilmiyorum ama, ben buna ihtimal vermiyorum;

Tüm Türk yavruları onun öz çocukları gibiydi.

Bir gün Ülkü’yü kucağına oturtmuş şakalaşıyorlardı. Çocuk katıla katıla gülerek saçlarını çekiyor, burnuna yapışıyor, yumak elleriyle yüzüne küçük küçük tokatlar indiriyordu. O da çocuklaşmış gibiydi; bir yandan kahkahalarla gülüyor, bir yandan da güya başını korumaya çalışıyordu. Atatürk, bir ara bana dönerek: “Çocukluk ne güzel şey… Çocuklar ne sevimli ve ne tatlı mahlûklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misin? Riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve arzularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarıdır” dedi.

‘Kimse Sana Benzemez’

Avni Altıner, “Her Yönüyle Atatürk” kitabında bir  çocukla şu hatırasını paylaşıyor:
Mustafa Kemal’in ilk Cumhur reisliğine seçilmişti. Bir Sabah Çankaya sırtlarında gezmeye çıkmıştı. Gazi yanına sokulan bir çocuğu yakaladı. Çelik bakışlarıyla âlemi büyüleyen gözlerini onun yüzüne dikip gülümseyerek sordu;

– Adın ne senin bakayım?
– Cemil
– Çankaya’da mı oturuyorsun?
– Yok. Ayrancı’da
– Mektebe gidiyor musun?
Başını öne doğru hızla eğdi.
– Eee.. Ne okuyorsun mektepte?
– Her bir şey okuyoruz.
– Peki, ben kimim Cemil?
Zeki bakışlarını Ata’nın üzerinde gezdirdi:
– Sen Gazi Paşasın.
Ata gülümsedi.
– Olmadı Cemil, Gazi Paşa değilim. Beni benzettin sen.
– Yok, benzetmedim iyi biliyorum, sen Gazi Paşasın!
– Nereden biliyorsun?
– Çünkü dedi sana hiç kimse benzemez.
Atatürk’ün gözleri bulutlandı. O eşşiz kafanın içinden kim bilir ne düşünceler geçti o anda. Sonra büyüdüğü zaman ne olacağını konuştular sonrasında. Ardından yanındakilere dönerek, ‘Milletin bağrında temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda kalmayacak’ dedi.

‘Küçük Hanımlar! Küçük Beyler!’

Atatürk’ün çocuklarla ilişkisi “çocukça” olduğu kadar yerine geldiğinde gayet de ciddidir. Atatürk çocukları ciddiye alır, onları dinler ve anlamaya çalışır. Onlara hitap ederken de buna dikkat eder. 17 Ekim 1922’de Bursa’ya yaptığı ziyarette kendisini karşılayan çocuklara hitabını bunun en güzel misalidir:  “Küçük hanımlar, küçük beyler, Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin Ne Kadar Önemli, Değerli Olduğunuzu Düşünerek Ona Göre Çalışınız. Sizlerden Çok Şey Bekliyoruz.”

‘Sakın Hafife Almayın’

Altıner’in başka bir hatırası:

Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras’ın evinde davet var. Bu esnada kahverengi, cins olduğu görülen bir köpek salona girdi. Büyük bir telaş başladı. Kapılar açıldı. Fısıltı halinde: ‘Gazi geliyor!’ kelimeleri işitildi. Geç vakte kadar kendisinin sevdiği zeybek oyunları oynandı. Ona mahsus şarkılar söylendi. Salonda 3-4 yaşında bir çocuk vardı. Gazi kurutulmuş üzümden bir kaç tane yedikten sonra çocuğa dönerek:
‘Al bakalım sen de ye!.. dedi. Çocuk serbest bir tavırla: ‘Ben sevmem sen kendin ye!’ tarzında bir cevap verdi. Anne ve babası mahcubiyetten ne yapacaklarını şaşırmış, çocuğa üzümü aldırmaya çalışıyorlardı. Bunun üzerine Gazi üzümü kendi ağzına attı. Çocuk bu sefer kızarak: ‘Aman canın isterse!’ tarzında bir laf savurdu. Atatürk Gülerek: ‘Ayol, dedi onu ben sana söyleyecektim.’ Olanları seyreden Adliye Vekili Mahmut Esat Bey: ‘Paşam, huzurunuzda bu şekilde konuşacak cihanda kimseyi tasavvur edemezdim. Bir insan çocuk çağında Reisicumhura bile hükmedebiliyormuş. Gazi gülerek şöyle cevap verdi:

‘Bugün bir hiç gibi gördüğün bu çocuk belki yarının en büyük kahramanıdır. Onun için her kim olursa olsun istediği şekilde konuşmakta serbesttir.’

||||| Like It 27 Beğen |||||